Yahudilerin Hayber travması ve son perde Gazze

0
Yahudilerin Hayber travması ve son perde Gazze
İnsanlık tarihinin en kadim ve en çok kanla sulanmış coğrafyalarından biri olan Filistin, 7 Ekim 2023’ten bu yana bir kez daha insanlık onurunun sınandığı bir mezalim sahnesine dönüştü.

 Gözlerimizin önünde cereyan eden bu vahşet; İmparator Caligula’nın deliliğini, Hitler’in zalimliğini bile aratacak derecede sistematik, vahşi ve gayr-i insânîdir. Kudüs’ün taşlarında yankılanan imdat çığlıklarına maalesef dünya sessiz kalmayı ve uzaktan seyretmeyi tercih etmiştir.

Bu yüzyılda Filistin topraklarında yaşananlar, sıradan bir savaş değil; hak ile bâtılın, zulüm ile adaletin, inanç ile inkârın arasında geçen büyük bir hesaplaşmadır. İsrail’in işgal stratejisi, sadece toprakla sınırlı olmayan; hüviyetleri, hafızaları ve inançları hedef alan zihinsel bir sömürgeleştirme teşebbüsüdür. Buna mukabil Filistin halkı, Gazze’nin yıkıntıları arasında, Batı Şeria’nın vadilerinde sadece bir toprağı değil; haysiyetini, imânını ve kadim bir medeniyetin ruhunu muhafaza etmenin mücadelesini vermektedir.

Bu savaşın içinde kıyametin ayak sesleri duyulmakta, semavi metinlerde beyan edilen ahir zamanın siluetleri ufukta tecelli etmektedir. Zira mesele, Siyonist ideolojinin “Arz-ı Mev’ud” tahayyülü ile İslam ümmetinin “Mescid-i Aksa”nın izzeti arasındaki mukaddes bir müdafaadır. Bu sebeple yaşananlar, bir arazi anlaşmazlığından çok daha ötede metafizik bir kırılmadır.

Yahudi Karakteri

Hazreti Peygamber’in risâleti döneminde özellikle Medine Yahudileriyle yaşanan hadiseler, bugün Filistin topraklarında cereyan eden savaşın tarihî ve ahlâkî derinliğini kavrayabilmek adına oldukça mühimdir. Bu hadiseler, sadece bir dönemlik siyasi ihtilaflar değil; inanç, sadakat ve hakikate karşı takınılan tavrın köklerini ifşa etmektedir.

Medine’ye hicretle birlikte teşekkül eden İslam toplumunun ilk esaslarından biri, farklı inanç gruplarının barış içinde yaşamasını hedefleyen Medine Sözleşmesi idi. Ancak Yahudiler, bu sözleşmeye sadakat göstermemiş; verdikleri sözleri bozmuş, cemiyetin huzurunu bozan fitne odaklarına dönüşmüşlerdir. Bizzat Hazreti Peygamber’in hoşgörüsüne ve davetine muhatap olmalarına rağmen, çoğu zaman ikiyüzlü bir tutumla inkârda ısrar etmişlerdir.

Ebu Musa radıyallahu anh şöyle nakleder: “Yahudiler, kendilerine ‘Allah size rahmet ve afiyet versin’ diyeceğini ümit ederek, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında yapmacıktan aksırırlardı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ise onlara ‘Yehdîkumullahu ve yuslihu bâlekum: Allah sizi doğru yola iletsin ve halinizi ıslah etsin!’ diye karşılık verirdi.” (Ebu Davud)

Bu rivayet, Allah Resulü’nün nebevi ferasetini, muhatabın niyetine nispetle davranış belirleyen iradesini ortaya koymakla birlikte Yahudi karakterini de net bir şekilde teşhir etmektedir. Yahudi, hakikati bilmesine rağmen ırksal kibir kaynaklı inkâr karakterindedir. Ve inkârına rağmen ihtimal ki fayda devşirme çabası acizcedir. Ne var ki, Hazreti Peygamberin Yahudilerle anlaşma sağlaması, Yahudiler tarafından zayıflık addedilmiş ve istismar edilmiştir. Bu süreçte Beni Kaynuka, Beni Nadir ve Beni Kureyza gibi kabilelerin verdikleri ahitleri bozmaları, fitne faaliyetleri yürütmeleri ve nihayetinde ihanete yönelmeleri, İslam toplumunun sabrını tüketmiştir.

Müslümanlar, yaşanan gelişmeler neticesinde bu ihanete Hayber’in fethiyle mukabele göstermiştir. Hayber, sadece bir askerî zafer değil; İslami adaletin, stratejik basiretin ve tevhid merkezli devlet inşasının ete kemiğe bürünmüş hâlidir. Bu hadise, tarihsel olarak Yahudilerin düşmanca tutumlarına mukabil, onların anladığı yoldan İslam’ın cevap verdiği ve Yahudilere karşı hangi muamelede bulunulması gerektiği usulünün belirlendiği bir noktadır.

Yahudilerin Derin Travması

Hayber’in fethi, Yahudi tarihinde derin izler bırakmış, yalnızca bir askeri hezimet değil; aynı zamanda bir inanç kırılması olarak da hafızalara kazınmıştır. Bu derin etki, günümüzde dahi İsrail askerlerinin Gazze’de çocuklarımızı katlettikten sonra attıkları “Hayber’in intikamı alındı” sloganlarında kendini göstermektedir. Bu ifade, geçmişin acısının halen içlerinde kaldığını, Hayber’in Yahudi zihninde bir travma olarak yaşadığını gözler önüne sermektedir.

Hayber’in fethinden sonra, Yahudiler Hazreti Peygamber’e kendileri hakkında nasıl bir muamelede bulunulacağını sorduklarında, daha önce kendi içlerinden biri olan Sad bin Muaz’ın hakem tayin edilmesini istediler. Allah Resûlü, onların bu talebini kabul etti. Sad bin Muaz ise, hükmün Tevrat esaslarına göre verilmesini teklif etti. Neticede esirlerin tamamı, Tevrat hükümleri doğrultusunda muamele gördü. Bu vakıa, Hazreti Peygamber’in karşısındaki topluluğa kendi inançları çerçevesinde adilce muamele ettiğini teşhir etmiştir.

Yahudilerin İslâm toplumuna karşı bitmek bilmeyen entrikaları onları tarihin birçok anında hüsrana uğratmıştır. Hayber, bu açıdan bakıldığında sadece bir muharebe değil, İslam’ın siyasi kudretinin yanında vakarının da parladığı bir dönüm noktasıdır.

Deccal, Mehdi ve Kıyamet

Hazreti Peygamber, “İsfahan Yahudilerinden, başında taylasan bulunan yetmiş bin kişi Deccâl’e tabi olacaktır” (Müslim) buyurarak, Yahudi hüviyetinin ahir zamandaki ittifak haritasına dair çarpıcı bir işaret bırakmıştır. Yine Allah Resulü, “Müslümanlarla Yahudiler çarpışmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Öyle ki, Yahudi bir taşın veya ağacın arkasına saklanacak fakat o taş ya da ağaç, ‘Ey Müslüman! Arkamda bir Yahudi var, gel onu öldür!’ diyecektir. Yalnız garkad ağacı hariç; çünkü o, Yahudilerin ağaçlarındandır” buyurarak bu nihai hesaplaşmanın kaçınılmazlığını beyan etmiştir.

Bugün Filistin’de yaşanan zulüm ve direniş, bu hadislerin yansıttığı eskatolojik manzaranın hayli yakınımızda olduğunu hatırlatmaktadır. Yaşananlar sadece siyasi ya da askeri gelişmeler değil, aynı zamanda metafizik bir cepheleşmenin, hak ile bâtılın tarihsel ve nihai çatışmasının izdüşümüdür. Bu savaş, sadece hudutlarla, haritalara ya da zenginliklere değil; inanca, kimliğe, kadere ve mukaddesata yönelmiştir.

Kanaatim odur ki, bu büyük kırılma Hazreti Mehdi’nin zuhurunu müjdeleyecek ve bu zuhur, İslam ümmetinin ruhen ve fiilen küresel bir dirilişe geçişini sağlayacaktır. Filistin davası bu bağlamda bir toprak meselesi değil; hakikatin, adaletin ve kıyamet öncesi nihai safların belirlenmesinin davasıdır. Bu mukaddes dava, tarihin şahitliğinde, nebevî hikmetin ışığında, insanlığın kaderini belirleyecek son perdenin hazırlık sahnesi olmaya devam edecektir.

Yorum Yazın