Gerçeğin üstünü örtmeye çalışan görünmez güç: Dijital oligarklar

0
Gerçeğin üstünü örtmeye çalışan görünmez güç: Dijital oligarklar
Hakikatin üzeri her zamankinden daha çok örtülmeye çalışılıyor. Bir annenin elinden kayan çocuğu, bir babanın titreyen elleri, bir evin üstüne düşen bombalar ve hatıraların üzerine dökülen beton…

Bunların hiçbiri dijital dünyanın “güvenlik kriterlerine” uymuyor. Çünkü acı, politik risk taşıyor; ölüm, “sosyal medya” platformlarının kurallarını ihlal ediyor. Savaşın bir diğer yüzü de algoritmaların soğuk ekranlarında yaşanıyor.

Teknolojinin parıltılı yüzünün arkasında görünmeyen bir sınıf var: Dijital oligarklar. Onlar sadece teknoloji üretmiyor; dünyanın hafızasını, duygularını, öfkesini, hatta gerçeğini kontrol etmeye çalışıyor. Biz onların uygulamalarını kullanıyoruz; onlar bizim neyi görüp neyi göremeyeceğimizi seçiyor. Ve hikâyenin en trajik tarafı şu: Gazze’de insanlar bombalarla öldürüyor; dünyada ise hafızalar algoritmalar tarafından öldürülüyor.

Bugün dünya ekonomisini değil, dünya gerçekliğini yöneten yeni bir sınıf var. Dijital oligarklar: Google, Meta, X, Amazon gibi devlerin kurucuları ve CEO’ları değil sadece; ADL ile haftalık toplantı yapan Meta Güvenlik Direktörü, Google’da “Trust & Safety” (Güven ve Emniyet) başkan yardımcılığı yapmış eski Mossad analistleri, BlackRock’un ESG komitesinde oturan AIPAC (İsrail lobisi) bağışçılarıdır. Onlar yalnızca patron değil, dijital dünyanın hükümdarları. Filistin’deki bir acının görülüp görülmeyeceği onların filtrelerine… Ve çoğunun, İsrail yanlısı küresel lobi ağlarıyla yıllardır iç içe çalıştığı artık sır değil.

Bir Avuç Lobi Neden Bu Kadar Etkili?

Dünyanın birçok ülkesinde özellikle ABD, İngiltere, Kanada ve bazı AB ülkelerinde politik yapıyı derinden etkileyen Yahudi lobileri, dijital teknoloji alanında da olağanüstü bir stratejik güç inşa etmiş durumda. Bunun nedeni artık gizli bir denklem değil: Bilgi çağında savaş artık sadece namlunun ucunda değil, algoritmalar eşliğinde de kazanılıyor. 

Bugün Instagram’ın neyi kaldıracağına, Facebook’un hangi içerikleri milyonlara göstereceğine, X’in hangi etiketleri gömeceğine karar veren süreç; sadece teknik değil, politik ve lobi tarafından şekillendirilen bir süreç. Çünkü bilgi, sadece bir veri değil; modern çağın en önemli jeopolitik silahlarından biri. İsrail lobilerinin etkili olmasının üç temel nedeni var: Dijital Altyapıyı Kontrol Eden Projeler: Project Nimbus gibi dev anlaşmalar sadece “teknik iş birliği” değil. Bu projelerle: İsrail’in yapay zekâ destekli gözetim sistemleri güçlendiriliyor, askerî analiz kapasitesi artırılıyor, Filistinlilerin dijital izleme mekanizmaları genişletiliyor, veri depolama, yüz tanıma ve hedef analizi altyapıları bulut üzerinden optimize ediliyor. Bu sistemlere fon sağlayan şirketlerin büyük bölümü, Silikon Vadisi–Tel Aviv hattında konumlanmış lobi ağlarının kontrolünde.

Bugün dünya nüfusunun bilgi akışını belirleyen şirketlerin neredeyse tamamının yönetim kadrolarında; İsrail yanlısı düşünce kuruluşlarıyla bağlantılı isimler, Pro-İsrail fonlarıyla çalışan yatırımcılar, Ortadoğu politikasında açıkça taraf olan danışmanlar bulunuyor. Bu durum, içerik politikalarını doğrudan etkiliyor. Çünkü artık mesele “hangi içerik doğru?” değil, “hangi içerik politik olarak kabul edilebilir?” sorusuna dönüşmüş durumda.

“Küresel Algı Yönetimi Operasyonlarına Sağlanan Fonlar”

Her yıl milyarlarca dolar, çeşitli vakıflar, sivil toplum kuruluşları ve medya projeleri üzerinden, İsrail’in mağdur söylemini güçlendirmek, Filistinli direnişi kriminalize etmek, Gazze’deki katliamı “güvenlik operasyonu” gibi göstermek, uluslararası hukukun çerçevesini bulandırmak için harcanıyor. Bu fonların bir kısmı doğrudan sosyal medya platformlarının “güvenlik departmanları”na veya “tehdit analiz ekiplerine” nüfuz ediyor. Böylece Filistin içerikleri çoğu zaman “şiddet, nefret, terör propagandası” kategorisine sokularak sistemden ayıklanıyor. Gerçekliğin kendisi değil, Görünürlüğü hedefte. Çünkü bu lobiler çok iyi biliyor: Filistin gerçeği ne kadar görünür olursa, İsrail politikaları o kadar sorgulanır. Bu nedenle hedef, hakikati görünmez kılmak, ulaşılmaz hâle getirmek, arşivden silmek. Bugün bir bombanın sesi Gazze’de duyuluyor olabilir, ama o bombanın görüntüsü dünyanın ekranlarına ulaşmadan gömülüyorsa, bu dijital çağın en tehlikeli gerçeğini ortaya koyuyor: Artık hakikat bile algoritmaların insafında. 

2023 Ekim’den 2025 Kasım’a kadar Instagram ve Facebook’ta “Filistin” ve “Gazze” ile ilgili 42 milyon içerik ya silindi ya da görünürlüğü %90’ın üzerinde düşürüldü (7amleh & Sada Social raporları). Aynı dönemde “Israel” etiketi algoritmik olarak %38 artırıldı. Shadow-ban (Gölge Yasaklama) çağın en sinsi infaz yöntemidir.

Gazze: Dünyanın En Büyük Dijital Karartması

Gazze, modern tarihin en uzun süreli ve sistematik karartmasına maruz kalan tek coğrafya. 1948’den bugüne: 130 binden fazla Filistinlinin katlediliği ifade ediliyor. 2023–2025 arasında 60 binden fazla insanın hayatını kaybettiği belirtiliyor.

Sadece işgâlin ilk 100 gününde 27 bin 585 Filistinli şehit edildi. On binlerce çocuk hâlâ kayıp. Binlercesinin cesedi hâlâ enkazın altında, isimleri bile kayıtlara geçmemiş durumda. Ama bütün bu verilerin büyük kısmı ne küresel medyada görünür oldu ne de sosyal medyanın algoritmik koridorlarında geçit bulabildi. Çünkü çoğu gerçeğin görünmesine izin verilmedi. Instagram’da Filistin videoları saniyeler içinde silindi. Facebook, haber akışlarını manipüle ederek Gazze içeriklerini “topluluk kuralları” bahanesiyle kısıtladı. X’te (Twitter), en kritik günlerde Filistin etiketleri görünmezleşti; milyonlarca etkileşim hiçbir teknik açıklama yapılmadan gömüldü. Gölgeli yasaklar, kısıtlamalı gösterimler, otomatik sansürler, “politik hassasiyet” adı altında yapılan filtrelemeler… Bütün bu tablo, tek bir gerçeğe işaret ediyor: Dijital oligarklar, içerik yönetimi adıyla modern çağın en büyük sessizleştirme operasyonunu yürütüyor. Gazze’de bombalar öldürüyor; Silikon Vadisi’nde algoritmalar gömüyor. Gerçekler yayılmasın diye yüzlerce bağımsız gazetecinin hesapları donduruldu. Filistinli içerik üreticilerinin hesapları defalarca kapatıldı. İsrail’in kendi resmi açıklamaları, yalanları ve propaganda içerikleri ise aynı platformlarda hiçbir engele takılmadan yayıldı. Bu açık düşmanlık, yalnızca teknik bir tercih değil; politik bir pozisyonun dijital tezahürü. Bugün hepimiz şunu çok net biliyoruz: Bir savaşın görüntüsünü görmemiz artık o görüntünün gerçek olup olmamasına değil, görülmesine izin verilmesine bağlı. Gazze’de izin verilmeyen şey, yalnızca görüntüler değil; bir halkın varlığı, çığlığı, yaşadığı soykırımın delilleri. İşte bu yüzden Gazze yalnız bombalanmadı; dijital hafızadan da silinmeye çalışıldı. Asrımızda hiçbir soykırım bu kadar planlı, bu kadar sessiz ve bu kadar profesyonel karartılmadı.

Dijital Karanlığın Ardındaki Asıl Amaç

Gazze gerçeğinin görünür olması, bugün dünya düzenini sarsabilecek iki büyük sonuç doğuruyor; birincisi, küresel vicdanın uyanması. Yıllardır bölgeyi karanlıkta tutan anlatı duvarı, her yeni görüntüyle biraz daha çatlıyor. Bir çocuğun enkaz altında uzanan küçücük eli, bir annenin yıkıntıların arasındaki çığlığı, milyonlarca insanın yüreğine aynı anda dokunuyor. Bu, dijital çağda iktidarın en çok korktuğu şeydir: Gerçekliğin kolektif bir bilince dönüşmesi. İkincisi, İsrail’in 70 yılı aşkın süredir dikkatle ördüğü “mağdur devlet” imajının çatlaması. Gazze’den gelen her kanıt yıkılmış hastaneler, hedef alınmış okullar, fosfor bombalarıyla kaplanmış sokaklar yıllardır büyük medya tekelleriyle korunan bu imajı paramparça ediyor. Bir devletin propaganda gücü, sivillerin çığlıkları karşısında hükmünü kaybediyor. Çünkü görüntü, en güçlü tanıktır. Ve artık bu tanık susturulamıyor. İşte tam da bu nedenle bugün amaç, Filistin’in acısını dindirmek değil; dünyanın o acıya tanıklığını engellemek. Savaşın asıl cephesi tankların, uçakların, topların olduğu yer değil; insanların neyi görüp neyi görmediği, hangi habere inanıp hangisini şüpheyle karşıladığıdır. Bu noktada devreye giren güç, sadece askeri değil; dijital oligarkların kurduğu görünmez zihin mimarisidir.

Tarihten Zulmün Kaçınılmaz Sonuna Dair Örnekler

Tarih, zulmün asla kalıcı olmadığını, güç sarhoşluğuna kapılanların sonunda kendi kurdukları karanlık düzenin altında kaldıklarını sayısız kez gösterdi. Firavun’un kibri, yalnızca bir kavmi değil, kendi sarayını da çökerten bir girdaba dönüştü. Kendisini tanrı ilan edecek kadar taşan tuğyanı, Nil’in suları arasında boğulan bir hayatla son buldu. Firavun’un hikâyesi sadece geçmişin değil, her devrin zalimine ilahi bir tokattır.

Nemrut, ateşiyle insanları korkutmaya çalışırken, bir sivrisikle darmadağın oldu. Tarihin en güçlü ordularından birini kurdu ama en zayıf mahlûkun darbesiyle yok olup gitti. Gücün kendisinin bile bir hükmü olmadığını anlamaya fırsatı kalmadan…

Bosna’da masum kadınları ve çocukları toplu mezarlara gömen Radovan Karadziç ve Ratko Mladiç, yıllarca uluslararası bir sistem tarafından korunmaya çalışıldı. Ama sonunda saklandıkları köşelerden çıkarılıp dünyaya hesap verdiler. Zulüm ne kadar güçlü bir duvar örerse örsün, adalet en ufak bir aralıktan içeri sızmayı başarır.

Rwanda’da, 100 gün içinde 800 bin insanı katleden soykırımcı rejim, halkın ve tarihin karşısında sadece birkaç ay dayanabildi. Kurdukları düzen bir anda kendi üzerlerine çöktü ve bugün zulmün değil adaletin sembolü olarak anılıyor.

Her şeyin üzerinde bir Yaradan var. Ve O’nun adaletinin üstünde hiçbir güç yok. Onlar kendilerini dünyanın merkezine koyabilir, gerçeğin bekçisi rolüne soyunabilir, sessizliğe mahkûm ettiklerini sanabilirler. Ama Allah’ın adaleti şaşmaz. Mazlumun ahı asla yerde kalmaz.  Dijital oligarklar çok şeyi kontrol edebilir… Ama hakikatin kendini değil. Çünkü gerçeklerin günyüzüne çıkmak gibi güzel bir huyu vardır. Bize düşen ise bunu her mecrada haykırmaktır.

Yorum Yazın