650 günü aşkın bir süredir Gazze'de sivil halkı ve yerleşim alanlarını hedef almaya devam etmektedir. Ancak saldırılar sadece Gazze ile sınırlı kalmamaktadır. Bugün birçok yerde ve birçok farklı ülkede de işgal rejiminin azgınlıklarına şahitlik ediyoruz. Kimi zaman Lübnan’da, kimi zaman İran’da, kimi zaman Yemen’de, şimdi ise Suriye’de...
İşgal rejiminin son pervasızlıklarından biri Suriye’de yaşandı. Dürzilerin haklarını koruma bahanesiyle Şam’a saldıran işgalciler, Suriye Genelkurmay Başkanlığı'nı ve Savunma Bakanlığı'nı hedef aldı. Son dönemde işgal rejimi, Suriye topraklarına onlarca saldırı düzenledi. Henüz askeri, ekonomik ve savunma sanayi altyapısını tam anlamıyla tamamlamamış bir ülkeye bu tür saldırılar düzenlemek, yalnızca işgalci Siyonistlerin cesaret edebileceği bir durumdur.
İşgal çetesi, 14 Mayıs 1948’den bu yana mazlumlara hayat hakkı tanımamaktadır. Mustazafların rahat bir nefes almasını engellemek için sürekli planlar yapan işgal rejimi, İslam dünyasının sessizliğini de kendi azgınlığına dayanak edinmiştir. Bugün Suriye’nin başkentine saldıran işgalciler, yarın başka bir ülkenin başkentini bombalamaktan çekinmeyecektir. Zira işgalcilerin doğasında saldırı, yıkım, katliam ve soykırım vardır.
Tüm bu pervasızlıkları yaparken, arkasına aldığı küresel haydut ABD’den aldığı destekle hareket etmektedir. Eğer ABD desteğini çekmiş olsaydı, işgal rejimi bu ölçekte saldırılar yapma cüretini gösteremeyecekti. İşgal rejiminin Ortadoğu diye adlandırılan İslam coğrafyasını kontrol altına alma arzusu, artık saklanamayacak kadar açıktır. Müslümanlar arasına tefrika ve nifak sokma çabası, bu şeytani planın başında gelmektedir.
İsrail ve Amerika, İslam ülkelerini ya kendi çizgilerine getirmek ya da itaatsizlik karşısında bombalarla cezalandırmak istemektedir. Bu şeytani plana karşı İslam ülkeleri sessizliğini bozup ne zaman harekete geçecektir? İşgal çetesinin nihai hedefinin yalnızca “Arz-ı Mev’ud” topraklarıyla sınırlı olmadığı, güce ulaştığında daha geniş coğrafyaları işgal etme niyetinde olduğu artık herkes tarafından görülmelidir.
İslam ülkelerinin içindeki zillet halinden çıkması, düşmanlarını doğru tanımalarına bağlıdır. Bugünkü dağılmışlığın temel nedeni, Amerika ve işgal rejiminin ortaklaşa kurduğu sömürü düzeni ve Yahudilerin çıkarlarını merkeze alan global sistemdir. Bu nedenle Müslümanlar için asıl düşman; Siyonist işgal rejimi ve onun küresel ortağı Amerika’dır.
İslam dünyası, artık özüne dönmeli; emperyalist ve Siyonist boyunduruğu reddetmelidir. Daha ne zamana kadar bu azgınların pervasız saldırganlıklarına sessiz kalınacaktır? Bugün değilse ne zaman harekete geçilecektir? İslam dünyası, iç ihtilafları bir kenara bırakmalı ve asıl düşmanın İsrail ve Amerika olduğu bilinciyle hareket etmelidir.
Tahran da, Şam da, Beyrut da, Bağdat da ve aynı zamanda Ankara da ümmetin şehirleridir. Bu bilinçle hareket edilmeli; bu şehirlere yapılan saldırıların, ümmetin tamamına yapıldığı gerçeğiyle stratejiler geliştirilmelidir.
Ümmet arasındaki ihtilafları kenarı bırakıp bir olduğunda ve farklılıklar içeren tüm yapılarıyla beraberce hareket etmeye başladığında, düşman istediği gibi hareket edemeyecek, mazlumlara yönelik saldırı ve katliamlar gerçekleştiremeyecektir.
Ve… İslam ümmeti gücünün farkına varıp Siyonist ve emperyalist sistemi kabul etmediğini dünyaya ilan ettiğinde ve aziz İslam’ın emrettiği bir nizamı uygulamaya başladığında; Gazze, Beyrut, Şam, Bağdat, Sana başta olmak üzere İslam beldelerinde hayatlarını sürdüren Müslümanlar rahat bir nefes alacak; Kudüs, Mescid-i Aksa ve işgal altındaki tüm beldeler özgür olacak ve tüm dünyada İslam şeriatının hâkim olduğu “adalet ve huzur dönemi” başlamış olacaktır.